11. Sınıf Psikoloji Konuları

Psikolojinin Temel Süreçleri

Psikolojinin Temel Süreçleri

Davranışın Oluşum Süreci

Daha önce belirttiğimiz gibi, insan yaşamındaki gözlemlenebilir, kaydedilebilir ve ölçülebilir her türlü etkinlik davranış olarak adlandırılır. İç ve dış çevreden gelen çeşitli durumlar, enerji değişiklikleri, olaylar veya nesneler, uyarıcılar olarak adlandırılır. Organizma bu uyarıcılara tepki vererek davranışı gerçekleştirir.

Örneğin, müzik uyarıcısı organizmada “tempo tutma” tepkisini, soğuk uyarıcısı “üşüme” tepkisini tetikleyebilir.

Dış çevre, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca etkileşimde bulundukları fiziksel (iklim, doğa koşulları), sosyal (aile, iş çevresi), ekonomik ve kültürel (gelir, eğitim seviyesi gibi) ortamları içerir. Bu çevrelerden gelen fiziksel uyarıcılar (ısı, ışık, ses, gürültü) ve sosyal uyarıcılar (başkalarının varlığı, ödüller, reklamlar, dini semboller) bireyin davranışlarını etkiler.

Davranışlar üzerinde dış çevreden gelen uyarıcıların yanı sıra, iç çevre olarak adlandırabileceğimiz süreçler de etkilidir. Bu süreçler şunları içerir:

  • Bilişsel süreçler: Algılama, hatırlama, dikkat, soyutlama, hayal etme, bellek gibi düşünsel işlemler.
  • Biyolojik süreçler: Cinsiyet, sinir sistemi ve beyin yapısı, genetik faktörler gibi biyolojik etmenler.
  • Duygusal süreçler: Acı, sevgi, saygı, korku, coşku, kıskançlık gibi duygusal tepkiler.
  • Psikolojik süreçler: Motivasyon, içe dönüklük, heyecan gibi psikolojik faktörler.

Bir davranışın gerçekleşmesi veya bir eyleme geçilmesi için bir uyarıcıya ihtiyaç vardır. Örneğin, aynı uyarıcının sürekli aynı tepkiyi tetiklediği refleks türü davranışlarda, uyarıcı ve tepkinin ilişkisi anlaşılmakta yeterlidir.

Ancak insan biyolojik, psikolojik ve sosyal bir varlık olduğundan, uyarıcıların algılanması ve buna tepkilerin oluşumu oldukça karmaşık bir şekilde gerçekleşir.

Uyarıcılar farklılık gösterebildiği gibi tepkiler de farklılık gösterebilir. Örneğin, elini çekme fiziksel bir tepki iken, öğretmenin sorusu karşısında öğrencinin terlemesi veya kızarması fizyolojik bir tepki; dinlediği şarkıyla gencin hayal kurması, üzülmesi veya sevinmesi ise psikolojik bir tepkidir.

Bu nedenle refleks türü davranışlarda kullanılan U-T (uyarıcı-tepki) formülü yeterli olmakla birlikte, yukarıda belirtilen organizmanın özgül süreçleri ve uyarıcıların çeşitliliği göz önüne alındığında davranışların açıklanmasında U-T formülü yetersiz kalmakta, daha doğru bir ifadeyle U-O-T (uyarıcı-organizma-tepki) formülüne ihtiyaç duyulmaktadır.

Davranışın Nörobiyolojik Temelleri

İnsan davranışı ve zihinsel işleyiş, temel olarak biyolojik süreçlerle açıklanmadan anlaşılamaz. Sinir sistemi, duyu organları, kaslar ve salgı bezleri tarafından üretilen hormonlar, çevremizi fark etmemizi ve ona uyum sağlamamızı sağlar.

Olayları algılamamız, duyu organlarımızın nasıl uyaranları aldığına ve bu uyaranların beyinde nasıl yorumlandığına bağlıdır.

Ruhsal durum ile beden arasındaki ilişkiyi araştıran bilimsel çalışmalar, zihnin bedeni etkilediğini ve bedenin de zihni etkilediğini göstermektedir.

Bugün, düşünme, bellek, zeka gibi karmaşık konuların nörofizyoloji ve psikolojinin alanına girmesi, psikolojik olayların temelinde sinir sistemi yapılarının ve etkinliklerinin yattığını göstermektedir.

Psikolojik olayların biyolojik yönünü daha iyi anlayabilmek için, duyu ve tepki mekanizmalarını yönlendiren sinir sistemi ve beyin anatomisi ve fizyolojisi hakkında bilgi edinmek gereklidir.

Sinir Sistemi

Davranışın ve beynin işlevlerinin etkilerini inceleyen psikologlar, sinir psikologları olarak adlandırılır.

Nörologlar sinir sisteminin çalışması, hastalıkları ve tedavisi ile ilgilenirken, nöropsikologlar beynin işlevlerinin davranışlar üzerindeki etkileriyle ilgilenirler.

Beden içindeki her olaydan sorumlu olan, bunları oluşturan ve denetleyen sistem sinir sistemidir. Sinir sistemi, duyu ve kas sistemlerini birbirine bağlar. Organlar arasındaki işbirliğini sağlar. Organizma ile çevresi arasındaki etkileşimi düzenler.

Sinir sistemini oluşturan hücrelere nöron denir. Tüm sinir sistemi, milyonlarca nöron içerir. Bir sinir hücresi, gövde ve bağlı uzantılardan oluşur.

Bunlardan biri olan dendritler, alıcı yapılardır ve aldıkları uyarıları sinir hücresinin gövdesine iletirler. Nöron hücresindeki diğer bir uzantı olan aksonlar ise, sinir hücresinin gövdesinde değerlendirilen uyarıları, hedef vücut hücresine iletirler. Bir nöronun herhangi bir noktasının uyarılması (örneğin, kaynar suya dokunmak) nöronun yapısında geçici elektriksel ve kimyasal değişikliklere neden olur.

Bu değişiklikler, parmak ucundan beyindeki ilgili bölgeye saniyenin binde veya milyonda biri kadar kısa sürede ulaşır.

Beyindeki uyarının yorumlanması sonucunda (örneğin, kaynar suya dokununca eli çekme) davranış gerçekleşir. İnsan doğduğunda, en fazla sayıda nöron hücresine sahiptir.

Doğumdan sonra sinir sisteminde yeni hücreler oluşmaz, ancak mevcut nöronlar gelişir ve yeni bağlantılar kurarlar. Bu gelişme, çocuğun daha karmaşık ve daha kesin davranışlar yapma yeteneğini kazanmasına olanak tanır.

Sinir sistemi, iki ana bölüme ayrılır:

Merkezi Sinir Sistemi

Merkezi sinir sistemi, beyin, beyincik, omurilik soğanı, hipotalamus ve omurilikten oluşur. Beyin, görme, işitme, öğrenme, düşünme, duygulanma ve hareket gibi en karmaşık psikolojik eylemlerin merkezidir.

Omurilik, beyin sapının uzantısıdır ve hem beyinden kaslara hem de duyu organlarından omuriliğe ve beyine mesaj ileten sinirler içerir. Omurilikte gerçekleşen nöron aktiviteleri, vücudun çevresinde olanları beyine ileten işlevi görmektedir. Aynı zamanda, refleks davranışların oluşmasında da rol oynar.

Çevresel Sinir Sistemi

Çevresel sinir sistemi, duyu organlarından gelen uyarıları sinir merkezlerine ileterek, sinir merkezlerinden gelen emirleri kas ve bezlere ileten sistemdir. Çevresel sinir sistemi içerisinde bulunan otonom sinir sistemi; iç salgı bezleri, düz kaslar ve kalbin işlevlerinden sorumludur. Bu sistem, sempatik ve parasempatik olmak üzere iki bölüme ayrılır.

Sempatik sistem, genellikle iç organların çalışmasını hızlandırıcı etkide bulunurken, parasempatik sistem ise yavaşlatıcı etkide bulunur. Bu sistemler, organizmanın faaliyetlerini birbirine zıt tepkilerle etkilerler.

Örneğin, bir kişi tehlikeden kaçmaya hazırlanırken vücudu sempatik sistemi devreye girer. Bu durumda, göz bebekleri büyür, deride terleme olur, kan şekeri yükselir, kan damarları genişler ve kalp atış hızlanır.

Tehlike geçtiğinde ise parasempatik sistem aynı organları ters yönde etkiler ve kişiyi normal dinlenme haline getirir.

Beyin: Beyin, sinir sisteminin en büyük merkezidir. Beynin dış yüzeyi, ince bir tabaka olan beyin kabuğu (korteks) ile kaplanmıştır. Beyin kabuğu, milyarlarca sinir hücresi ile doludur.

Beyin kabuğu, istemli davranış, dil, akıl yürütme, hayal etme, duyusal bilgilerin duygularla ilişkilendirilmesi gibi işlevleri yerine getirir. Beyin, iki yarım küreden oluşur ve dört loba ayrılmıştır. Bu bölgeler, davranışlarımızın belirli özelliklerini yönlendirir.

Limbik sistem, beyin sapının yukarı kısmı ile ön beyin arasındaki bir bölgedir ve güdüsel ve duygusal davranışları düzenler. Besin arama, yeme, içme ve kendini koruma gibi temel yaşamsal davranışları kontrol eder. Limbik sistemin bir parçası olan hipotalamus, iç dengeyi sağlamada kritik bir rol oynar.

Amigdala bölgesi ise tüm duyulardan gelen bilgileri işleyerek öfke, üzüntü, korku gibi olumsuz duyguları düzenler. Aynı zamanda duygusal yüz ifadelerini anlama sürecinde rol oynar. Hasar gören amigdala bölgesi, duygusal yüz ifadelerini anlamada zorluk yaşanmasına neden olabilir.

Beyin yarım kürelerinden birinin zarar görmesi, zeka, bellek, düşünme ve istemli davranma yeteneklerini ortadan kaldırabilir. Bir deneyde, beyin yarım küresi çıkarılan bir güvercinin gözlemlediği ancak görmediği yemlere tepki vermediği, ancak havada uçabildiği gözlemlenmiştir.

Ayrıca, beyin kabuğunun hafif voltajla uyarıldığı hastalar farklı yaşantılardan bahsetmiş ve uzun süredir hatırlamadıkları çocukluk anılarını hatırlamışlardır.

Beynin yapısının yanı sıra iç salgı bezlerinden salgılanan hormonların da davranışları etkilediği bilinmektedir. Örneğin, seratonin hormonu duygu durumu, iştah ve uyku düzenlemesinde rol oynar. Düşük seviyelerde seratonin, saldırgan davranışlara, dürtü kontrolündeki zayıflamaya ve hatta intihar eğilimine yol açabilir.

Tiroid bezinin salgıladığı tiroksin hormonu da, az salgılandığında uyuşukluk ve yorgunluk, fazla salgılandığında

Davranışların Oluşumunda Kalıtım Ve Çevre Faktörü

Canlı organizmalar, dünyaya genetik bir yapı ile gelirler. Bu genetik yapı, canlının kalıtımsal özelliklerini belirler. Psikoloji alanında, kalıtım yoluyla aktarılan özelliklere “doğuştan gelen donanım” denir.

Ancak “doğuştan” kelimesi, canlının doğduğu an itibarıyla tüm kalıtımsal özelliklere sahip olduğu anlamına gelmez. Bu özellikler, canlı doğduktan sonra, gençlik süreci içerisinde de ortaya çıkabilir. Örneğin, yürüme becerisi genetik yatkınlığı yüksek bir özelliktir, ancak bebek genellikle belirli bir yaşa gelene kadar yürümeye başlar. Bu davranışlar belli bir olgunlaşma döneminde ortaya çıkar.

İnsanın göz ve saç rengi gibi özellikleri, saçının düz veya kıvırcık olması gibi fiziksel özellikleri genetik olarak belirlenir. Fakat insan davranışlarında, çevresel faktörler yani “edinilmiş donanım” da önemli bir rol oynar. Bazı davranışlar ise büyük ölçüde çevresel etkiler tarafından belirlenir.

Örnek olarak, “Avare” adlı filmde, doğuştan gelen ve edinilmiş donanımın zeka açısından nasıl etkilediğini ele alabiliriz. Tek yumurta ikizleri aynı genetik yapıya sahip olur ve bu ikizlerin zekası arasında %88 gibi yüksek bir benzerlik görülebilir. Çift yumurta ikizleri ise farklı sperm hücreleri ile döllenmiş ayrı yumurtalardan oluşurlar. Zeka benzerliği çift yumurta ikizlerinde %63’e düşerken, aynı anne ve babadan farklı dönemlerde doğan kardeşlerde ise %51-53 arasında değişir.

Bu sonuçlar, zekada kalıtımın önemli bir rol oynadığını gösterirken, çevresel faktörlerin de etkisi olduğunu göstermektedir. Bu durumu en iyi kanıtlayan ise aynı genetik yapıya sahip tek yumurta ikizlerinin farklı şekilde yetiştirilmesi sonucu zeka benzerliğinin %72’ye kadar düşmesidir.

Yaşam Boyu Gelişim

Gelişim, organizmanın doğumdan ölüme kadar süren yaşam döngüsü içinde, büyüme, olgunlaşma ve öğrenmeyle birlikte meydana gelen sürekli ve düzenli değişimleri ifade eder. Bu süreç yaşam boyu devam eder. Yaşam boyu gelişim perspektifi, döllenme anından başlayarak yaşlılık ve ölümle ilgili süreçleri de içeren bir anlayışı kapsar. Gelişim psikolojisi, sadece fiziksel büyümenin durduğu anlara sınırlanmaz. Yaşlılık dönemi ve hayatın son evrelerine ait bilişsel ve davranışsal süreçler de bu alanda incelenir. Bu nedenle modern gelişim psikolojisi sadece erken yaşları değil, hayatın her aşamasını kapsar.

Büyüme, sadece boy, kilo ve hacim gibi fiziksel özelliklerin artışını ifade eder ve gelişimle karıştırılmamalıdır. Gelişim ise fiziksel özelliklerin yanı sıra psikolojik özellikleri de içerir. Örneğin, insanlar büyüdükçe vücutları büyür ve aynı zamanda gelişir; zihinleri ise büyümez ancak gelişir. Büyüme en hızlı bebeklik ve ergenlik dönemlerinde gerçekleşirken, en fazla etki ettiği dönem ergenlik dönemidir.

Olgunlaşma ise, vücut organlarının beklenen işlevi yerine getirme yeteneğine ulaştığı ve görev için hazır hale geldiği durumu ifade eder. Büyüme nicel bir değişim iken, olgunlaşma niteliksel bir değişimi temsil eder. Dil gelişimi, zihinsel beceriler ve psikomotor yetenekler gibi alanlarda olgunlaşma önemli bir rol oynar.

Öğrenme ise gelişim için önemli bir faktördür. Çevrenin davranışları uzun süreli olarak etkilediği sürece öğrenme gerçekleşir. Özellikle duygusal ve sosyal gelişimde öğrenmenin etkisi büyüktür. Duygusal ifade tarzımızı, sosyal ilişkilerimizi şekillendiren temel faktör öğrenmedir.

Çocukların yeterli çevresel etkileşimden yoksun kaldığı durumlarda öğrenme eksik kalabilir ve buna bağlı olarak gelişim sorunları görülebilir. Yaşam boyu devam eden bu süreç içinde, her döneminin kendine özgü gelişimsel görevleri bulunur.

Gelişimsel görevler, bireyin belirli bir dönemde tamamlaması gereken büyüme, olgunlaşma düzeyi ve davranışları ifade eder. Bu görevlerin başarıyla tamamlanması, sonraki yaşam evrelerinde uyuma ve mutluluğa yol açabilirken, başarısızlık mutsuzluğa ve sorunlara neden olabilir.

Gelişim Dönemleri

Gelişim görevi, bireyin bulunduğu yaşam evresinde gerçekleştirmesi gereken görevleri, edinmesi gereken özellikleri ve geliştirmesi gereken davranışları ifade eder.

Bebeklik Dönemi (0-2 yaş):

  • Bağlanma ilişkileri geliştirme
  • Duyusal, motor ve algısal olgunlaşma
  • Fiziksel çevre değişikliklerine uyum sağlama
  • Tuvalet alışkanlığı kazanma
  • Uyku düzeni oluşturma
  • Katı yiyecekleri öğrenme
  • Nesne devamlılığı anlayışını geliştirme

İlk Çocukluk Dönemi (2-6 yaş):

  • Konuşma ve yürüme becerilerini geliştirme
  • El-göz koordinasyonunu sağlama
  • Öz bakım becerilerini kazanma
  • Cinsel farklılıkları öğrenme
  • Toplumsal kuralları ayırt etme
  • Temel okuma ve yazma becerilerine hazırlık yapma

Son (ikinci) Çocukluk Dönemi – Okul Çağı (6-12 yaş):

  • Okuma, yazma ve hesaplama becerilerini geliştirme
  • Kendine olumlu tutumlar geliştirme
  • İyi ilişkiler kurma ve işbirliği yapabilme
  • Cinsiyete uygun rolleri öğrenme
  • Sorumluluk almayı ve bağımsızlığı kazanma
  • Değerler ve vicdan geliştirme

Ergenlik Dönemi (12-18 yaş):

  • Kimlik geliştirme ve cinsel kimliği anlama
  • Bağımsızlık ve özerklik kazanma
  • Meslek seçimine yönelme
  • Toplumsal sorumlulukları üstlenme
  • Duygusal sağlığı ve bedeni kabul etme

Genç Yetişkinlik Dönemi (18-30 yaş):

  • İş bulma ve kariyer yapma
  • Kendi ailesini kurma ve yönetme
  • Sosyal ilişkileri sürdürme
  • Toplumsal ve vatandaşlık sorumluluklarına yönelme

Orta Yaş Yetişkinlik (30 -60 yaş):

  • Kariyerde ilerleme ve ekonomik istikrar sağlama
  • Ailede liderlik ve çocukların yetiştirilmesi
  • Fiziksel değişikliklere uyum sağlama

Yaşlılık (60 yaş ve sonrası):

  • Fiziksel zorluklara ve yaşam değişikliklerine uyum sağlama
  • Sosyal ilişkileri sürdürme
  • Toplumsal ve vatandaşlık sorumluluklarını sürdürme
  • Doyurucu bir yaşam düzeni oluşturma

Duyum ve Özellikleri

İnsan, biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak kabul edilir. İnsanın varoluşu ve uyumu, çevresindeki fiziksel ve sosyokültürel olayları fark etmesine, değerlendirmesine ve uygun davranışları sergileyebilmesine bağlıdır. Bilişsel işlemler, duyumsama, algılama, dikkat odaklanması, kısa süreli belleğe kaydetme ve uzun süreli belleğe depolama gibi aşamalardan geçer.

Duyu ile ilgili terimler ve tanımları aşağıdaki gibidir:

  • Duyu organı: Belirli bir uyarıcı türüne duyarlı olan, bu uyarıcıya ait fiziksel enerjiyi çözümleyen beden bölümü. Örneğin, göz.
  • Alıcılar: Duyu organlarında belirli bir uyarıcı türüne duyarlı olan birimler. Örneğin, gözdeki çubuk ve koni hücreleri.
  • Duyusal sistem: Duyu organlarından başlayarak beyin kabuğuna uzanan yol üzerindeki yapılar ve sinir liflerinden oluşan bütün. Örneğin, görsel sistemi içerir.
  • Duyum: Duyu organının uyarılması sonucu meydana gelen deneyim. Örneğin, görme deneyimi.
  • Duyumsama: Duyum deneyimini sağlayan işlemler topluluğu. Örneğin, görsel işlemleme.

Uyarılma Ve Davranış

Yetersiz Uyarılma

Yetersiz uyarılma, uyarıcıların duyum eşiğini geçememesi veya organizmayı normal şiddet ve süre altında etkileyememesi durumunu ifade eder. Uyarıların etkili olabilmesi için, uyarıcıların duyum eşiğini aşması gerekmektedir. Eğer uyarıcılar duyum eşiğini geçemezse, yetersiz uyarılma meydana gelir ve duyum deneyimi oluşmaz.

Organizmanın belirli bir zaman diliminde maruz kaldığı toplam uyarıcı miktarı azaldığında da yetersiz uyarılma durumu ortaya çıkar. Bu durumda, organizma rahatsızlık hisseder ve daha fazla uyarım arayışına girer. Örneğin, gün boyunca yalnız kalan bir birey, kendisini normalde ilgilendirmeyen televizyon programlarını bile izleyebilir.

Uzun süreli yetersiz uyarılma, organizmanın çevresine uyum sağlamasını zorlaştırabilir. Algılama bozuklukları ortaya çıkabilir, sanrılar ve halüsinasyonlar gelişebilir ve davranış bozuklukları meydana gelebilir. Zihinsel işlevlerde gerileme gözlenebilir.

Aşırı Uyarılma

Aşırı uyarılma, uyarıcının şiddeti ve toplam uyarıcı miktarına bağlı olarak gelişen bir durumdur. İç ve dış uyarıcılar organizmayı normalden daha yüksek şiddet ve süreyle etkilerse aşırı uyarılma meydana gelir. Bu durumda, organizma normalden daha fazla uyarıma maruz kalır.

Sürekli ve yoğun uyarıcılara (örneğin güçlü ışık, yüksek ısı, gürültü, aşırı açlık, susuzluk veya ağrı gibi) maruz kalmak aşırı uyarılmaya neden olabilir. Aşırı uyarılma durumu organizmada rahatsızlık hissine yol açar. İlk olarak huzursuzluk ve gerginlik belirtileri görülebilir. Bu durum süregittikçe davranış bozuklukları veya psikosomatik hastalıklar ortaya çıkabilir. Hatta organizmanın yaşamı tehlikeye girebilir.

Alışma Ve Duyarlılaşma

Alışma ve duyarsızlaşma, organizmanın uyumunu kolaylaştırır. Uyarıcılar sürekli ve yoğun bir şekilde sunulduğunda, duyu organlarının bu uyarıcılara bir süre sonra tepki vermemeye başlamasına alışma denir. Örneğin, kolunuzdaki saati hissetmemeniz veya sabah sürdüğünüz parfümün kokusunu zamanla algılayamaz hale gelmeniz alışma örnekleridir. Duyarsızlaşma ise uyarıcılara verilen duygusal tepkinin azalması anlamına gelir.

Nesne Algılama

Nesne algılama, kısmen öğrenmeye dayanır. Nesneleri tanımlayabilme ve işlevlerini anlayabilme yetisi öğrenme ile geliştirilir. Ancak, nesnelerin uyarıcılarla örgütlenmesi gibi temel bir eğilim, insanların doğuştan sahip olduğu bir özelliktir. Bu örgütleyici eğilimler, nesne algılamasını içeren doğal yeteneklere işaret eder.

Algısal Değişmezlikler

İnsanlar, tanıdık ve bilinen nesneleri, onların farklı durumlarında farklı görünseler bile eski normal halleri gibi algılarlar. Örneğin, uzaktan geçen bir kişinin retinadaki görüntüsü küçük olabilir, ancak biz onu normal boyutlarda algılarız. Bu duruma “algısal değişmezlik” denir.

Şekil Değişmezliği: Nesnelerin farklı açılardan görünmelerine rağmen, onları tanıdığımız şekilde algılamaya olan eğilimdir. Örneğin, bir madeni para hangi açıdan bakılırsa bakılsın yine yuvarlak olarak algılanır. Pencereniz daima dikdörtgen (veya kare) olarak algılanır. Ancak nesne tanınmadığında, şekil değişmezliği ortadan kalkabilir.

Büyüklük Değişmezliği: Nesneler uzaklaştıkça gözümüze düşen görüntüleri küçülür. Ancak, biz bu nesneleri normal boyutlarında algılarız. Örneğin, uçak yükseldikçe evler küçük görünmeye başlar, hatta çok yüksekte evler kibrit kutusu kadar küçük görünebilir. Ancak, biz evleri normal boyutlarıyla algılarız.

Parlaklık ve Renk Değişmezliği: Nesneler, bulundukları ortamın aydınlatmasına bağlı olarak farklı renklerde görünür. Ancak, biz tanıdığımız nesneleri normal renkleriyle algılarız. Örneğin, sahip olduğumuz yeşil araba akşam karanlığında siyah gibi görünebilir, ancak biz o arabayı her zaman yeşil olarak algılarız.

Derinlik Algısı

Derinlik algısı, görme duyumuyla ilgili bir özelliktir. Nesnelerin yakın veya uzakta olduklarını algılamamızı sağlar. Dünyayı algıladığımızda nesneleri üç boyutlu olarak görürüz. Bazı nesneler öndeyken, bazıları arka planda algılanır ve bu derinlik algısını oluşturur. Derinlik algısının oluşumunda her iki gözün farklı açılardan bakmasının önemli bir rolü vardır. Ayrıca parlak ve canlı renkler yakında algılanırken, soluk renkler uzakta algılanır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Bize destek olmak için lütfen reklam engelleyicini kapat :(