12. Sınıf Coğrafya Konuları

Çevre Sorunlarının Çözümüne Yönelik Yaklaşımlar

3. Ünite 2. Bölüm: Ülkeler Arası Etkileşim

A) Teknolojik Gelişmelerin Kültürel ve Ekonomik Etkileri:

Teknoloji, insanların çevrelerini değiştirmek, doğal kaynakları daha verimli kullanmak ve günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı yöntemlerin ve bilginin toplamıdır. Teknolojik ilerlemeler, insanlık tarihinde önemli dönüm noktalarına yol açmıştır. Bu ilerlemelerin kültürel ve ekonomik etkileri büyük olmuştur.

Ulaşım sektöründeki teknolojik gelişmeler, özellikle bisiklet, otomobil, tren, gemi ve uçak gibi taşıma araçlarının icadıyla insanların daha uzak bölgelere hızlı ve etkili bir şekilde seyahat etmelerini sağlamıştır. Bu gelişmeler, ekonomik ve kültürel etkinliklerin bölgesel sınırları aşarak küresel hale gelmesine katkı sağlamıştır. İnsanların farklı kültürleri keşfetme isteği ve merak duygusu, bu ulaşım teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte turizmin büyümesine katkıda bulunmuş ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen insanların kültürel etkileşimde bulunmasını teşvik etmiştir.

Bilgi teknolojilerinin hızlı gelişimi, küresel iletişim ağının oluşturulmasına yol açmıştır. Bu küresel iletişim ağı, bilimsel araştırmalardan kültürel değişimlere, ticaretten eğitime kadar birçok alanda ana bilgi kaynağı haline gelmiştir. Dünya çapında insanlar arasında yazılı, sözlü ve görsel iletişimi kolaylaştırmıştır. İnternet, bilgiye erişimi ve paylaşımını hızlandırarak dünyayı daha küçük hale getirmiştir. Bankacılıktan eğitim kurumlarına, sağlık hizmetlerinden turizm faaliyetlerine kadar birçok sektör, internet aracılığıyla daha verimli hale gelmiştir. Bu nedenle, insanlar ülkeleri ve kültürleri hakkında daha fazla bilgi edinme isteği duymuş, turizmin büyümesine katkı sağlamıştır. Ayrıca, insanlar farklı coğrafyalardaki insanlarla iletişim kurarak kültürel çeşitliliği artırmıştır.

Ekonomik olarak, teknolojideki hızlı büyüme, ülkeler arasındaki ekonomik sınırları azaltarak dünyayı küresel bir köy haline getirmiştir. Teknolojiye uyum sağlayabilen ülkeler, sanayileşme ve ekonomik büyüme konusunda öne çıkmıştır. Bununla birlikte, teknolojiye ayak uyduramayan ülkeler ekonomik olarak geride kalmış ve sıklıkla ham madde kaynaklarına dayalı ekonomilere dönüşmüştür.

Teknolojik gelişmeler, enerji ve ham madde kaynaklarının ekonomik olarak kullanılabilmesi için gerekli olan teknolojiyi içerir. Bu teknolojiye sahip ülkeler, kaynaklarını işleyerek ekonomik değer yaratma avantajına sahiptir. Örneğin, Afrika’daki Botswana, zengin elmas yataklarına sahip olabilir, ancak bu kaynakları işleyip pazarlayacak teknolojiye sahip olmadığı için ekonomik olarak tam potansiyelini kullanamayabilir. Bu da teknolojik gelişmelerin ekonomik dengeleri nasıl etkilediğini gösterir.

Sonuç olarak, teknolojik gelişmeler kültürel etkileşimi artırırken, ekonomik açıdan da ülkeler arasındaki farklılıkları vurgulamıştır. Teknolojik ilerlemelerin ekonomik ve kültürel etkileri, insanlığın yaşam tarzını ve dünya çapındaki ilişkileri önemli ölçüde değiştirmiştir.

B) Gelişmişlik Seviyesinin Belirlenmesinde Etkili Olan Faktörler:

Ülkelerin gelişmişlik seviyelerinin tespitinde birçok faktör etkilidir. Bunlar arasında sermaye, ham madde kaynakları, teknoloji seviyesi, pazar büyüklüğü ve nitelikli işgücü gibi unsurlar öne çıkar. Bu faktörlerin eksiksiz veya kısmi olarak bir araya gelmesi, bir ülkenin gelişmiş veya gelişmekte olan statüsünü belirler.

Gelişmişlik düzeyini belirlemede etkili olan faktörler şunlardır:

  1. Okuryazarlık Oranı: Bir ülkedeki nüfusun okuma-yazma bilme oranı, eğitim seviyesini ve bilgiye erişimi yansıtır.
  2. Beslenme Durumu: Yeterli ve dengeli beslenme, sağlık ve gelişmişlik arasındaki önemli bir ilişkidir. Yetersiz beslenme, gelişim ve sağlık sorunlarına yol açabilir.
  3. Bebek Ölüm Oranı: Yüksek bebek ölüm oranları, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğunu ve gelişmişlik seviyesinin düşük olduğunu gösterebilir.
  4. Ortalama Yaşam Süresi: Bir ülkedeki ortalama yaşam süresi, sağlık hizmetlerinin kalitesini ve yaşam koşullarını yansıtır.
  5. Sağlık Hizmetlerinin Yeterliliği: İyi çalışan sağlık sistemi, hastaların ihtiyaçlarına erişimde önemlidir.
  6. Temel Hak ve Özgürlükler: Demokrasi, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü gibi temel hak ve özgürlükler, gelişmişlik seviyesini yansıtan önemli unsurlardır.
  7. Milli Gelir: Kişi başına düşen milli gelir, ekonomik refahı gösteren önemli bir ölçüttür. Bu gösterge, bir ülkenin ekonomik büyüme seviyesini yansıtır.
  8. İhracata Konu Olan Ürünler: Bir ülkenin ihraç ettiği ürünlerin ekonomik değeri, uluslararası ticaretin önemli bir göstergesidir.
  9. Enerji Kullanım Oranı: Enerji kaynaklarına erişim ve kullanımı, endüstriyel üretkenliği ve ekonomik büyümeyi etkiler.
  10. Teknoloji Kullanımı: Bilim ve teknolojiye yatırım yapma yeteneği, inovasyon ve rekabet gücü için önemlidir.
  11. Şehirleşme Oranı: Şehirlerdeki nüfusun artışı, ekonomik gelişmeyi teşvik edebilir.
  12. Eğitim Seviyesi: Yüksek kaliteli eğitim sistemi, nitelikli işgücünün yetişmesine ve inovasyon kapasitesinin artmasına yardımcı olabilir.

İnovasyon, mevcut süreçlere ve ürünlere yeni yaklaşımlar eklemek, geliştirmek ve dönüştürmek anlamına gelir. İnovasyon, ekonomik büyüme ve gelişmeyi destekler. Girişimcilik ise yeni iş fırsatları yaratma ve risk alma yeteneğidir. Girişimciler, ekonomik büyümeye ve istihdama katkıda bulunurlar. Hem inovasyon hem de girişimcilik, gelişmişlik seviyelerini artırabilir ve ekonomik dinamizmi teşvik edebilir.

Küresel İnovasyon (Yenilik) Endeksi Raporu 2017
ÜLKE/EKONOMİ SIRA
İsviçre 1
İsveç 2
Hollanda 3
ABD 4
İngiltere 5
Danimarka 6
Singapur 7
Finlandiya 8
Almanya 9
İrlanda 10
Estonya 25
BAE 35
Litvanya 40
Türkiye 43
Yunanistan 44
Rusya 45
Ukrayna 50
Gürcistan 68
Brezilya 69
Peru 70

C) Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Özellikleri:

Sanayi Devrimi, dünya ekonomilerini kökten değiştiren önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemle birlikte, sanayileşen bazı ülkeler ekonomik büyüme hızı kazanırken, sanayileşemeyen ülkeler daha da yoksullaşmıştır. Bu eşitsizlik, dünya ülkeleri arasında büyük bir ekonomik uçurum yaratmıştır. Genellikle ülkelerin gelişmişlik seviyeleri, ekonomik özelliklerine dayalı olarak değerlendirilir. Birleşmiş Milletler’in sınıflandırmasına göre gelişmişlik seviyesini belirlemede temel bir ölçüt kişi başına düşen millî gelirdir. Buna göre, kişi başına düşen millî gelir 1.000 ile 10.000 dolar arasında olan ülkeler “gelişmekte olan ülkeler” olarak kabul edilirken, 10.000 doların üzerindeki ülkeler “gelişmiş ülkeler” olarak sınıflandırılır. Gelişmiş ülkeler, kalkınma süreçlerini büyük ölçüde tamamladıkları için ekonomik büyüme oranları genellikle düşüktür. Günümüzde dünya ekonomisinin önemli bir bölümünü gelişmekte olan ülkeler oluşturur. Bu kategoriye Latin Amerika, Afrika, Asya (Japonya hariç) ve Orta Doğu ülkeleri dahildir. Gelişmekte olan ülkeler, genellikle dünya ortalamasının üzerinde büyüme oranlarına sahiptir. Ancak bu ülkelerin ekonomik hacmi, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında hala küçüktür ve mevcut büyüme hızlarıyla gelişmiş ülkeleri yakalama süreci devam etmektedir. Ülkelerin ekonomik özelliklerindeki farklılıklar, doğal çevre koşulları ve insan faktörleri gibi etkenlerden kaynaklanmaktadır.

Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Karşılaştırılması

Dünya üzerindeki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, ekonomik ve sosyokültürel açıdan bir dizi farklılık gösterirler.

Gelişmiş Ülkelerin Özellikleri:

  • Gelir dağılımı daha dengelidir, yani toplum içinde gelir eşitsizliği daha azdır.
  • Kişi başına düşen millî gelir yüksektir, yani ülkenin toplam geliri nüfusa bölündüğünde her bireyin daha fazla gelire sahip olduğu görülür.
  • Nüfusun büyük bir kısmı sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam edilir, tarım sektöründe çalışanların oranı daha düşüktür.
  • Nüfus artış hızı düşüktür, yani nüfus daha yavaş bir şekilde artar.
  • Sağlık ve eğitim hizmetleri gelişmiştir ve genellikle herkesin erişebildiği kaliteli sağlık ve eğitim hizmetleri sunulur.
  • Altyapı (ulaşım, enerji, su temini gibi) gelişmiştir.
  • Tarımda modern yöntemler kullanılır ve verimlilik yüksektir.
  • Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yüksek kaynak ayrılır, bilimsel çalışmalar teşvik edilir.
  • Doğum ve ölüm oranları düşüktür.
  • Kentsel nüfus, kırsal nüfustan daha fazladır.
  • Nitelikli iş gücü daha fazladır.
  • Okuryazarlık oranı yüksektir.
  • Teknolojik imkânlar gelişmiştir.
  • Toplumun geneli çekirdek ailelerden oluşur.

Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri:

  • Gelir dağılımı genellikle dengesizdir, yani toplum içinde gelir eşitsizliği yaygındır.
  • Kişi başına düşen millî gelir düşüktür, yani ülkenin toplam geliri nüfusa bölündüğünde her bireyin daha az gelire sahip olduğu görülür.
  • Nüfusun büyük bir kısmı tarım sektöründe istihdam edilir, sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışanların oranı daha düşüktür.
  • Nüfus artış hızı yüksektir, yani nüfus hızla artar.
  • Sağlık ve eğitim hizmetleri yetersizdir, bu nedenle sağlık ve eğitim konularında sıkıntılar yaşanabilir.
  • Altyapı genellikle yetersizdir, ulaşım, enerji ve su temini gibi alanlarda sorunlar yaşanabilir.
  • Tarımda ilkel yöntemler kullanılabilir ve verimlilik düşüktür.
  • Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine sınırlı kaynak ayrılır, bilimsel çalışmaların yaygın olmadığı görülür.
  • Doğum ve ölüm oranları yüksektir.
  • Kırsal nüfus, kentsel nüfustan daha fazladır.
  • Nitelikli iş gücü sınırlıdır.
  • Okuryazarlık oranı düşüktür.
  • Teknolojik imkânlar sınırlıdır.
  • Toplumun geneli geniş ailelerden oluşur.

Ülkelerin Gelişmişlik Ölçütleri:

  • Gayrisafi Millî Hasıla (GSMH): Bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri olan GSMH, gelişmişlik seviyesini belirlemede önemli bir ölçüttür. Ancak, GSMH yalnızca ekonomik bir gösterge olarak kullanıldığında, bir ülkenin tam resmini sunmayabilir. Bu nedenle, sosyal ve eğitim gibi diğer faktörler de göz önüne alınmalıdır.
  • İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index – HDI): Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından kullanılan HDI, gelir düzeyinin yanı sıra sağlık ve eğitim gibi faktörleri de içerir. HDI, bir ülkenin insan yaşam kalitesini değerlendirmek için kullanılır ve sadece ekonomik büyümeye dayanmayan daha kapsaml

D) Ülkelerin Bölgesel ve Küresel Ölçekte Doğal Kaynak Potansiyeli:

Sanayi Devrimi ile birlikte üretim, refah seviyesi ve nüfus hızla artmış, bu da doğal kaynaklara olan talebi artırmıştır. Doğal kaynaklar, ekonomik refahın artırılmasında, sürdürülebilir büyümede ve yoksulluğun azaltılmasında kilit bir rol oynamaktadır. Ancak, doğal kaynakların sınırlı olduğu ve tükenmekte olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Örneğin, petrolün ve doğal gazın tahmini ömrü yaklaşık 50 ila 60 yıl arasında değişmektedir. Bu nedenle, fosil kaynakların gelecekte tükenmesi, bu kaynakların sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerindeki temel lokomotif rolünü azaltacaktır.

Fosil kaynaklar, günümüzde birçok ülkenin ekonomileri için kritik bir öneme sahiptir. Ancak bu kaynakların dünya genelinde eşit bir şekilde dağılmadığı ve tükenme riski taşıdığı gerçeği, sanayileşmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeler üzerinde siyasi ve ekonomik baskı oluşturmasına yol açmaktadır. Doğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen gelişmekte olan ülkelerin, bu kaynakları kullanma konusunda zorluklar yaşadıkları ve sömürgeciler tarafından kontrol edildikleri örnekler bulunmaktadır. Özellikle Afrika’da petrol, altın, elmas, kahve ve çay gibi kaynakların paylaşımı konusunda yaşanan sorunlar, iç savaşlara ve çatışmalara neden olmuştur. Orta Doğu’da ise petrol kaynaklarına sahip ülkeler uluslararası savaşların odağı olmuştur.

Amerika kıtasında bulunan bazı ülkeler (örneğin Guyana, Ekvador, Peru, Surinam, Venezuela, Guatemala ve Dominik Cumhuriyeti), zengin doğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Bu ülkeler, sahip oldukları kaynakları işlemek ve değer katmak için yeterli ekonomik ve teknolojik kapasiteye sahip olmadıkları için bu kaynakları dışarıya satmak zorunda kalır. Öte yandan, ABD, Kanada ve Rusya gibi ülkeler, zengin doğal kaynak potansiyeline sahip olmalarının yanı sıra bu kaynakları işleyecek teknoloji ve ekonomik güce sahiptirler. Bu ülkeler, ham maddelerini işleyerek dünya pazarlarında satış yaparak ekonomik büyümeyi desteklerler.

Doğal kaynaklardan yoksun olmalarına rağmen Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler, ihtiyaçları olan kaynakları diğer ülkelerden temin eder ve yüksek teknoloji ile işleyerek ekonomik kazanç elde ederler. Sonuç olarak, doğal kaynaklar dünya ekonomileri için vazgeçilmezdir ve bu kaynakların verimli kullanımı, birçok ülkenin ekonomik kalkınması için kritik bir faktördür. Ancak, bu kaynakların sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi ve adaletli bir şekilde paylaşılması, küresel düzeyde önemli bir zorluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

E) Enerji Güzergâhları ve Etkileri:

Sanayileşen dünyada enerji kaynaklarına sahip olmak, ekonomik güce sahip olmak anlamına gelir. I. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya üzerinde pek çok kriz, sanayileşen ülkelerin enerji kaynaklarına sahip olma isteği ve enerji kaynaklarının taşınmasının güvenliğinin tehdidiyle ilişkilendirilmiştir. Fosil yakıtların (petrol, kömür, doğal gaz) ticari değer kazanmasıyla, bu yakıtları işleyebilen ülkelerin sahip olduğu avantajları bir dış politika aracı olarak kullanmaları, bazı durumlarda dışa bağımlı ülkelerin egemenliklerini tehdit edecek bir noktaya gelebilir. Enerji kaynaklarına sahip ülkeler ve bu kaynakları işleyen ülkeler, jeostratejik açıdan küresel ölçekte önem kazanmaktadır. Petrol ve doğal gazın bölgesel önem arz eden bir diğer yönü, bu kaynakların üretim bölgelerinden pazarlara taşınma şeklidir. Dünya üzerinde petrol ve doğal gaz genellikle tankerler ve boru hatları ile taşınmaktadır. Bu iki taşıma sistemi arasında tankerlerin ve deniz yolu ile taşımanın daha yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak petrolün deniz yoluyla taşınmasının zaman zaman kaza riski taşıdığı ve çevre sorunlarına yol açtığı unutulmamalıdır.

Petrol ve Doğal Gazın Deniz Yoluyla Taşınması: Dünya petrolünün taşınması için kullanılan güzergâhlar stratejik ve ekonomik açıdan büyük öneme sahiptir. Bu güzergâhlar, en yoğun taşımanın yapıldığı yerlerden daha az yoğun bölgelere doğru; Hürmüz Boğazı, Malaka Boğazı, Süveyş Kanalı, Bab-ül Mendeb Boğazı, İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Panama Kanalı gibi geçiş bölgelerini içerir.

Petrolün Boru Hatları Yoluyla Taşınması: Dünya petrolünün boru hatları ile taşınması, ekonomik ve politik bir boyutu olan bir sistemdir. Boru hatları, petrolün çıkarıldığı yerden tüketildiği yere doğru olan güzergâhlar üzerindeki diğer ülkeleri de ilgilendirdiği için, iki veya daha fazla ülkenin sınırlarından geçtiği durumlarda ülkeler arasında gerginlikler yaşanabilir. Bu sistem, bazı ülkeler arasında rekabet konusu olabilir ve hatta siyasi çekişmelere yol açabilir. Bu nedenle enerjinin tüketim bölgelerine sorunsuz bir şekilde ulaşabilmesi, ekonomik ve küresel ölçekte büyük bir önem taşır. Başlıca petrol boru hatları şunlardır:
• Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı
• Druzba Boru Hattı Sistemi
• CPC Boru Hattı
• Hazar Havzası Alternatif Boru Hatları

Doğal Gazın Boru Hatları Yoluyla Taşınması: Isınma ve elektrik üretimi için kullanılan doğal gaz, ülkelerin ekonomik büyümesinde önemli bir etkiye sahiptir. Ancak doğal gaz kaynağına sahip olmayan sanayileşmiş Avrupa ülkeleri, bu kaynağı sağlamak için Rusya’ya bağımlıdır. Dünyadaki başlıca doğal gaz boru hatları şunlardır:
• Yamal-Avrupa 1
• Ukrayna Boru Hatları
• Brotherhood
• Soyuz
• Mavi Akım (Blue Stream)
• Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğal Gaz Boru Hattı
• Yeşil Akım (Green Stream)
• Langeled

Enerji Koridoru Türkiye: Dünya üzerindeki petrol ve doğal gazın büyük bir kısmı Hazar Bölgesi, Orta Doğu ve Rusya’da bulunur. Türkiye, bu enerji kaynaklarına yakın coğrafi konumuyla jeostratejik bir öneme sahiptir. Türkiye, enerji kaynakları açısından çok zengin olan bu bölgelere yakınlığı nedeniyle doğu ile batı arasında bir enerji koridoru rolü üstlenmektedir. Türkiye, enerji akışını sağlamak ve kendi enerji güvenliğini sağlamak amacıyla birçok nakil hattı projesi üzerinde çalışmaktadır. Bu projeler, enerji kaynaklarının sorunsuz bir şekilde tüketim bölgelerine ulaştırılmasını sağlamak için büyük öneme sahiptir.

F) Çatışma Bölgeleri:

İnsanlık tarihi boyunca ülkeler ve topluluklar arasında yaşanan çatışmalar, günümüzde de devam etmektedir. Bu çatışmaların belli başlı nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan sömürgecilik faaliyetleri, Avrupa ve ABD’de zenginlik ve ekonomik gelişmeye neden olurken sömürülen ülkelerde yoksulluğu ve ekonomik eşitsizliği artırmış ve çatışma için büyük bir gerginlik potansiyeli oluşturmuştur. Bu ülkeler siyasal bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen geçmişteki sömürgecilik faaliyetlerinin izlerini hala taşımaktadır. Emperyalist devletlerin belirlediği sınırların bölgede yaşayan toplumların etnik sınırlarıyla örtüşmemesi ve dolayısıyla beklentilerini karşılayamaması, bu durumdan memnun olmayan kesimler arasında çatışmaya neden olmaktadır.

Doğal kaynakların sınırlılığı, günümüz çatışmalarının önemli nedenlerindendir. Petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtları ve stratejik yer altı kaynaklarını ele geçirme, üretimi ve pazarlamasını kontrol etme çabaları, ülkeler arasında çatışmalara neden olmaktadır.

Sınır anlaşmazlıkları, su sorunu, küresel iklim değişimi ve kuraklık gibi faktörler, günümüz çatışmalarına neden olan diğer faktörlerdir.

Sınır Aşan Sular Sorunu: Yaşamsal ihtiyaçların en önemlilerinden biri olan suyun insanlar, bölgeler ve ülkeler arasında adil bir şekilde paylaşımında yüzyıllardır süren adaletsizlikler mevcuttur. Sınır aşan sular, iki veya daha fazla ülkenin topraklarını kat ederek akan sular olup, suyun çıktığı ülke ile aktığı ülke/ülkeler arasında kullanımının eşit olmadığı suları ifade eder. Dünya üzerinde uzunluğu bin kilometreyi aşan 165 nehir bulunmakta ve bunlardan 80 tanesi birden fazla ülkeden geçmektedir. Bu tip nehir havzalarının elektrik enerjisi üretimi ve aynı anda tarımsal sulama amaçlı kullanımı, nehrin geçtiği diğer ülkelerin şiddetli tepkilerine yol açmaktadır. 1970’lerden itibaren bu durum, literatüre “Su Savaşları” olarak geçmeye başlamıştır.

Barış Üzerine: Hayatının büyük bölümünü cepheden cepheye koşarak geçiren Atatürk’ün her zaman bir barış özlemi içinde olduğu, yaptığı konuşmalardan açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Savaşlar içinde geçen hayatında her zaman barış içinde bir ülkede yaşama özlemi taşımıştır. Bu bağlamda hayatını adadığı amaç, millî sınırlar içinde egemenliği güvence altına alınmış bir barış ortamı oluşturmak ve onu korumaktan başka bir şey değildir. Atatürk, barışın uluslar için ne kadar önemli olduğunu her fırsatta vurgulamıştır. Bir konuşmasında “Barış, ulusları refah ve saadete ulaştıran en iyi yoldur” demiştir. 1923 Şubatı’nda yaptığı bir konuşmada ise “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşılaşmadıkça savaş cinayettir.” diyerek barışçıl yaşam idealini ortaya koymuştur.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Bize destek olmak için lütfen reklam engelleyicini kapat :(