12. Sınıf İnkılap Tarihi Konuları

Toplumsal Devrim Çağında Dünya ve Türkiye

 

7. 1. 1960 SONRASI DÜNYADAKİ GELİŞMELER

7. 1. 1. Bloklar Arası Rekabet

  • II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi, dünya dengelerinin yeniden kurulmasını beraberinde getirdi.
  • Savaşın ardından, ABD ve SSCB etrafında toplanan devletler arasında Soğuk Savaş olarak bilinen çok kutuplu bir dünyada siyasi güç mücadelesi başladı.
  • Doğu ve Batı Blokları, ABD ve SSCB liderliğinde askerî, siyasi ve ekonomik alanlarda örgütlenerek ülkeler arasındaki ayrışmayı artırdı.
  • Kore Savaşı, ABD ve SSCB arasındaki gerilimi doruğa çıkardı.
  • Dünya devletlerinin büyük bir kısmı siyasi konumlarına göre ya ABD’yi ya da SSCB’yi destekledi.
  • 1955’te düzenlenen Bandung Konferansı, “Üçüncü Dünya Devletleri” olarak adlandırılan Asya, Afrika ve Latin Amerika Devletleri tarafından Bağlantısızlar Bloku’nun oluşturulmasına yol açtı.
  • Bağlantısızlar Bloku, dünya siyasi dengesindeki gerilimi azaltmayı amaçlayan bir süreci başlattı.
  • Bağlantısızlık hareketinin ilk teşkilatlanması, Yugoslavya lideri Tito ve Mısır Başbakanı Nasır tarafından 1961’de gerçekleştirildi.
  • Bu teşkilatlanma, 1-6 Eylül 1961 tarihleri arasında Belgrad’da 25 tarafsız ve bağlantısız ülkenin katılımıyla gerçekleşen bir konferansla sonuçlandı.
  • Konferans sonucunda 27 maddelik bir bildiri yayımlandı.
  • Bildiride, koloniyalizm ve sömürgeciliğe karşı çıkıldı, sömürgelerin bağımsızlık hareketleri desteklendi, Kongo, Angola, Cezayir gibi bağımsızlık hareketleri özellikle desteklendi.
  • Bildiride ayrıca Güney Afrika’daki ırkçı ayrımcılık kınandı, Filistin Arap halkının haklarının tanınması talep edildi, yabancı üslerin kaldırılması, genel ve tam bir silahsızlanma, bütün nükleer silahların yasaklanması ve büyük devletlerin kısa süre içinde silahsızlanma antlaşması imzalamaları talep edildi.
  • 1960 yılından itibaren Soğuk Savaş, yerini Yumuşama (Detant) Dönemi’ne bıraktı. Yumuşama Dönemi’ne geçişte Doğu Bloku içindeki çatlamalar ve ABD ile SSCB arasındaki 1962’deki Küba Krizi gibi küresel çapta nükleer savaş tehlikeleri etkili oldu.
  • Yumuşama Dönemi’nde bloklardaki yapı değişiklikleri, Doğu ve Batı Bloklarının yakınlaşmasını sağladı.
  • 1972’de SALT I ve 1979’da SALT II Antlaşmalarının imzalanması, ABD ve SSCB’nin nükleer silahlarını azaltma girişimlerine öncülük etti.
  • Bloklar, birbirlerinin varlıklarına saygı göstermeyi taahhüt ettikleri Helsinki Sözleşmesi’ni imzaladılar.

7. 1. 2. Arap-İsrail Savaşları

  • 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail Devleti’nin kurulması Orta Doğu’da gerginlik başlattı ve uzun süreli bir savaş dönemini tetikledi.
  • 1948’de, Filistin topraklarının Yahudiler ve Araplar arasında nasıl bölüşüleceğini öngören Birleşmiş Milletler kararını önlemek amacıyla, Araplar savaşa gitmeye karar verdiler.
  • Arapların ilk Arap-İsrail Savaşı olarak bilinen bu savaşı kaybetmeleri, sorunları çözmedi.
  • 1978’de, Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşması’na kadar İsrail ve Arap devletleri arasında üç önemli savaş daha yaşandı.

Süveyş Bunalımı:

  • 1952’de Mısır’da gerçekleşen askerî darbe sonucu iktidara gelen Albay Abdünnâsır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirdi.
  • İngiltere, bu gelişmeyi önlemek için İsrail ve Fransa ile işbirliği yaptı.
  • İsrail, Mısır’ın Ürdün ve Suriye ile askerî ittifak kurmasını bir tehdit olarak gördü ve Mısır’a saldırdı.
  • Ancak ABD ve SSCB’nin müdahalesi sonucunda İngiltere, Fransa ve İsrail Mısır’dan çekilmek zorunda kaldılar. Bu savaş sonucunda bölgedeki siyasi dengeler değişti.
  • Mısır, Süveyş Kanalı’nın millîleştirilmesi sonucunda elde ettiği zaferle siyasi gücünü artırdı ve ABD’nin etkisi arttı.

Altı Gün Savaşı:

  • 1967’de Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak arasında İsrail’e karşı bir askerî ittifak oluşturuldu.
  • Filistinli direnişçi grupların İsrail topraklarına saldırması sonucu başlayan bu savaş, İsrail’in kısa sürede büyük bir zafer elde etmesiyle sonuçlandı. Bu savaş, 1967 Arap-İsrail Savaşı olarak bilinir.
  • İsrail, Mısır’ın Sina Yarımadası’nı, Suriye’nin Golan Tepeleri’ni, Ürdün’ün Batı Şeria bölgesini ve Doğu Kudüs’ü işgal ederek sınırlarını dört kat genişletti.

Yom Kippur Savaşı:

  • 1973’te Arap-İsrail savaşlarının bir devamı niteliğinde olan Yom Kippur Savaşı başladı.
  • 1970-1973 yılları arasında İsrail ve Mısır sınırında yaşanan çatışmalar sonucunda büyük bir savaşın patlak verdiği bu çatışmalar, tarafların Birleşmiş Milletler çağrısını kabul etmesiyle sona erdi.
  • Bu savaş sonucunda, İsrail Mısır ve Suriye sınırına BM Barış Gücü askerlerinin yerleştirilmesini kabul etti.
  • 1973 Arap-İsrail Savaşı sonucunda Arap ülkeleri, İsrail’i destekleyen Batı ülkelerine karşı petrol fiyatlarını silah olarak kullanmaya başladılar ve böylece küresel ölçekte bir petrol krizi ortaya çıktı.

Camp David (Kemp Deyvid) Antlaşmaları:

  • 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından başlayan Arap-İsrail savaşları, 1978’de İsrail ve Mısır arasında imzalanan Camp David Antlaşması ile yeni bir sürece girdi.
  • Mısır’ın yeni devlet başkanı Enver Sedat, SSCB ile iş birliğinden vazgeçip ABD’ye yaklaşma kararı aldı.
  • ABD, Mısır ve İsrail arasında arabuluculuk yaparak barışın sağlanmasına katkıda bulundu. Antlaşma uyarınca İsrail, Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri verdi ve Mısır da İsrail’i resmen tanıdı. Böylece İsrail’in siyasi varlığını kabul eden ilk Arap devleti Mısır oldu.
  • Camp David Antlaşmaları, ABD’nin Orta Doğu’daki etkisini artırdı ve Mısır ile İsrail arasında barışı sağladı. Ancak diğer Arap ülkeleri tarafından şiddetle eleştirildi.

7. 1. 3. İran-Irak Savaşı

Yumuşama Dönemi’nde Orta Doğu’da meydana gelen önemli çatışmalardan biri, Irak ve İran arasında çıkan savaştı. Bu çatışma, bölgedeki nedenler ve sonuçlar açısından oldukça karmaşık bir süreci yansıtır:

  • Irak ve İran arasındaki savaşın kökeni, Basra Körfezi üzerinde hâkimiyet kurma mücadelesi, Şattülarap suyolu meselesi, dinî ve etnik anlaşmazlıklardan kaynaklanıyordu. 1975’te Cezayir Antlaşması’nın imzalanmasıyla sorunlar çözülmüş görünse de, 1979’da İran’da gerçekleşen Şah Rejimi’nin yıkılması ve Ayetullah Humeynî liderliğinde İslam Cumhuriyeti’nin kurulması, dengeyi bozdu.
  • Baas Partisinin egemen olduğu Irak ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, bu olaylar sonrası yeniden gerginleşti. Saddam Hüseyin, İran’ı ülkesindeki Şiî Müslümanları isyana teşvik etmekle suçladı.
  • Saddam Hüseyin’in asıl amacı, İran’da gerçekleşen devrim sonrası zayıflayan İran ordusunun durumundan yararlanarak saldırıya geçmek ve Şattülarap suyolunun denetimini ele geçirmekti.
  • 22 Eylül 1980’de Irak kuvvetleri, sürpriz bir saldırı başlatarak İran’ı işgal etti. Savaşın başlarında Huzistan bölgesini ele geçirdiler.
  • 1982’den itibaren İran kuvvetleri toparlanarak, önce Irak’ın ele geçirdiği toprakları geri almaya başladı. İki taraf birbirine üstünlük sağlayamadı.
  • Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı, Birleşmiş Milletlerin ara buluculuğu ile 1988’de sona erdi.
  • İran-Irak Savaşı’nın ardından, Camp David Antlaşmaları sonucunda oluşan Arap dünyasındaki bölünmeler daha da arttı. Savaşta Suriye ve Libya İran’ı desteklerken, Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez Ülkeleri Irak’a destek verdi. ABD, SSCB, Avrupa ülkeleri ve Türkiye ise tarafsız kaldı.

Bu savaş, Orta Doğu’da güç dengelerinin ve bölgesel ittifakların değişmesine yol açtı ve uzun vadeli etkileriyle bölgenin siyasi haritasını biçimlendirdi.

7. 2. 1960 SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINI ETKİLEYEN GELİŞMELER

1960 sonrası Türk dış politikasını etkileyen gelişmelerin başında şunlar gelmektedir:

Türkiye ve Yunanistan Arasındaki İlişkiler:

  • Kıbrıs Sorunu: 1960’ta bağımsızlık kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum toplumları arasında ortak bir yönetim kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu düzenlemelerin uygulanmasında yaşanan sorunlar, Kıbrıs’ı iki toplum arasında bölmenin tartışılmasına yol açtı.
  • Ege Adalarının Silahlandırılması: Ege Denizi’ndeki adaların silahlandırılması, Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimi artıran bir başka konu oldu. Yunanistan’ın Ege’deki adaları askeri üslerle donatması, Türkiye tarafından yakından izlendi ve bu durum Ege’de egemenlik haklarına yönelik çekişmelere neden oldu.
  • Kıta Sahanlığı Sorunu: Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıta Sahanlığı Sorunu, özellikle Ege Denizi’nde enerji kaynaklarının keşfedilmesi ile önem kazandı. Her iki ülke de deniz altındaki doğalgaz ve petrol rezervleri nedeniyle kıta sahanlığı sınırlarını belirleme konusunda çatıştı.
  • Batı Trakya Türk Azınlık Sorunu: Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türk azınlığa yönelik asimilasyon politikaları ve haklarının sınırlanması, Türk dış politikasını etkileyen bir diğer faktördür.

Türkiye ve Ermenistan Arasındaki İlişkiler:

  • Ermeni Terörü: Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkiler, özellikle Ermeni terörü nedeniyle gerildi. Bazı Ermeni örgütleri, 1915 olaylarını soykırım olarak tanıtan bir kampanya yürüttü ve Türk diplomatlarına suikastlar düzenledi. Bu durum, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kesilmesine yol açtı ve ilişkilerin normalleşmesi uzun yıllar boyunca sürdü.

Türk dış politikasını şekillendiren bu gelişmeler, bölgesel ve uluslararası ilişkilerdeki karmaşık dinamiklerin bir yansımasıdır. Bu sorunların çözümü için diplomasi ve uluslararası müzakereler sürdürülmüş, ancak çözüme ulaşmak her zaman zorlu olmuştur.

7. 2. 1. Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıs Barış Harekâtı

Kıbrıs Sorunu’nun Ortaya Çıkması

  • II. Selim Dönemi’nde 1571’de gerçekleşen Kıbrıs Seferi sonucunda Ada Türk egemenliğine girdi.
  • 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Osmanlı egemenliğindeki Kıbrıs Adası İngiltere tarafından işgal edildi.
  • 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ile İngiltere farklı taraflarda yer aldığı için İngiltere, Kıbrıs Adası’nı kendi topraklarına ilhak etti.
  • 1923 Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs Adası İngiliz egemenliği altına girdi.
  • 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sürecini başlatan Kıbrıs sorunu, II. Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan’ın adaya artan ilgisiyle daha fazla ön plana çıktı.
  • 1951’de Yunanistan, adanın kendi yönetimine bırakılması için İngiltere’ye başvuruda bulundu, ancak olumsuz bir yanıt aldı.
  • Yunanistan, 1954’te Birleşmiş Milletlere başvurarak Kıbrıs’ın kendi kaderini belirlemesi için halk oylaması talep etti.
  • Yunanistan’ın amacı, bu halk oylaması sonucunda çoğunluğunu oluşturan Rumlar aracılığıyla Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı.
  • Ancak bu girişim de BM tarafından kabul görmedi, ancak Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu’na ilgi göstermeye başlamasına neden oldu.
  • 1954’ten itibaren Kıbrıs, Türkiye’nin dış politikasının en önemli meselelerinden biri haline geldi.
  • Yunanistan’ın girişimlerinin reddedilmesi sonrasında Kıbrıslı Rumlar, EOKA adlı bir terör örgütünü kurarak harekete geçtiler.
  • EOKA’nın amacı, İngilizlere ve Türklere karşı şiddet kullanarak adayı İngilizlerden ve Türklerden temizleyerek Rumlara ait kılmak ve ardından Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı. Bu düşünceye “enosis” deniyordu.
  • EOKA terör örgütünün saldırıları, Türk köylerinde yapılan katliamlara dönüştü.
  • 1956’dan itibaren Türkiye, adanın Türk ve Rum toplumları arasında bölüşülmesini öneren daha gerçekçi gördüğü “taksim” tezini benimsedi.
  • Ancak Türkiye’nin bu önerisine İngiltere ve Yunanistan sıcak bakmadı.
  • Diplomasi masasında çözüm olmadığı sırada Rumlar, Türk toplumu üzerindeki baskı ve şiddeti artırdı.
  • Kıbrıslı Türkler, 1957’de kendilerini EOKA terörüne karşı savunmak için “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT) adlı bir oluşum kurarak önlemler almaya başladılar.
  • 1958’de İngiltere tarafından sunulan Mac Millan Planı, adada üçlü bir yönetim öneriyordu; İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın işbirliği yaparak.
  • NATO arasındaki siyasi gerilimden endişe duyan ABD, krize müdahale etti.
  • Yunanistan, İngiltere’nin planını görüşmeyi kabul etti, ve 1959’da Türkiye ve Yunanistan arasında Zürih’te görüşmeler başladı.
  • 11 Şubat 1959’da imzalanan Zürih Antlaşması ile Kıbrıs’ın bağımsızlığı kabul edildi ve İngiltere’ye sunuldu.
  • 1960’ta İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın imzaladığı Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci başladı. Böylece ne Yunanistan’ın enosis fikri ne de Türkiye’nin taksim fikri benimsendi.
  • Ancak bu durum, her iki taraf için de başarı olarak kabul edildi.
  • Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ve Kıbrıs Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ile sorunlar sona ermedi.
  • 1960-1963 döneminde Rumlar, anlaşmalarla Türklere verilen hakların uygulanmasını geciktirdiler.
  • Rumlar, Akritas Planı adı verilen bir projeyi hayata geçirmek amacıyla anayasada değişiklikler yapmayı planladılar.
  • Ancak bu değişiklikler, hem Türkiye hem de adadaki Türk toplumu tarafından reddedildi.
  • Rumlar ve Türkler arasındaki gerginlik artış gösterdi.
  • Rumlar, Akritas Planı uyarınca genel bir saldırı başlattılar ve birçok Türk’ü vahşice öldürdüler.
  • Bu cinayetler ve katliama “Kanlı Noel” denildi.
  • Kanlı Noel olayları ve Kıbrıs’taki Türklerin katledilmesi Türkiye’den sert bir tepki aldı.
  • Türk savaş uçakları, Rumları uyarı amacıyla Kıbrıs üzerinde uçuşlar gerçekleştirmeye başladı.
  • Hava operasyonu sırasında uçuş görevinin komutanı olan Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, Rumlar tarafından düşürüldü.
  • Esir düşen Yüzbaşı Cengiz Topel, Rumların işkencesi sonucu şehit oldu.
  • Kıbrıs’taki Türk alayı, Türkleri korumak amacıyla garnizon dışına çıkarak Lefkoşa’nın Türk mahallelerine yerleşti.
  • Olayları sakinleştirmek amacıyla Lefkoşa’nın Rum ve Türk bölgelerini birbirinden ayırmak için İngiltere tarafından “Yeşil Hat” adı verilen bir sınır çizildi.
  • Türkiye, garantör olarak müdahale edeceğini açıkladı, ancak bu tutum Yunanistan ile ilişkileri gerginleştirdi.
  • ABD Başkanı Johnson (Cansın), Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak Türkiye’nin müdahale planından vazgeçmesini ve endişe verici olduğunu söyledi.
  • Türkiye’nin kararlı tutumuyla 1964’te Rum saldırıları azaldı.
  • Ancak 1967’den itibaren tekrar tansiyon yükseldi.
  • Yunanistan, Kıbrıs’a birçok asker gönderdi.
  • Yunanistan’ın desteğiyle silahlandırılan Rum Millî Muhafız Teşkilatı, Türklere karşı etnik temizlik politikalarına başladı.
  • Türk savaş uçakları tekrar Kıbrıs üzerinde uçuşlar gerçekleştirmeye başladı.
  • Uluslararası toplumun tepkisiyle Rum saldırıları tekrar durduruldu.
  • 1967’de Dr. Fazıl Küçük liderliğinde Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi kuruldu.
  • 1971’de geçici ifadesi kaldırılarak oluşum Kıbrıs Türk Yönetimi haline geldi.

Kıbrıs Barış Harekâtı “Ayşe Tatile Çıktı”

  • 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Yunanistan’a bağlı subaylar askeri bir darbe yaparak Cumhurbaşkanı Makarios’u devirdi.
  • Yerine EOKA’ya bağlı Nikos Samson’u getirerek Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan ettiler.
  • Bu hareket, Kıbrıs Anayasası’na aykırıydı ve Türkiye bu gelişmeye sert bir tepki gösterdi.
  • Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden tesis etmek amacıyla Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlattı.
  • Birleşmiş Milletler, taraflara ateşkes çağrısında bulundu.
  • 25 Temmuz 1974’te taraflar Cenevre Konferansı’nda toplandı.
  • Konferans sonuçsuz kaldığı için Türkiye, 14 Ağustos 1974’te İkinci Barış Harekâtı’nı başlattı.
  • İkinci Barış Harekâtı ile Lefke-Lefkoşa-Magusa hattı çizildi ve adanın üçte biri Türk kontrolüne geçince harekât sona erdi.
  • Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda Ada’daki Türk toplumu, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurdu.
  • Kıbrıs Türkleri, Rauf Denktaş’ı başkan olarak seçtiler ve Rum tarafıyla görüşmeler yapmaya çalıştılar.
  • Ancak Rumlar, Kıbrıs Sorunu’nu 1983’te Birleşmiş Milletlere taşıdılar.
  • BM Genel Kurulu, 13 Mayıs 1983’te Rum tasarısını kabul ederek Türk tarafının siyasi oluşumunu tanımadı.
  • Türkiye, Pakistan, Malezya, Somali ve Bangladeş tarafından tasarı reddedildi, ABD ve İngiltere ise çekimser kaldı.
  • BM Genel Kurulunun bu yanlış kararı sonrası Kıbrıs Türk toplumu, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bağımsızlığını ilan ederek kurdu.
  • Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık kararı, Kıbrıs Sorunu’nda yeni bir dönemin başlamasına neden oldu.

7. 2. 2. Türk-Yunan İlişkileri

Ege Adaları Sorunu

  • Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açan meselelerden biri, Ege Adalarının silahlandırılmasıdır.
  • Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldığı 1829’da bu adalardan bazılarını ele geçirmiştir.
  • Balkan Savaşları sonrasında 1913 Londra Antlaşması’yla, Osmanlı İmparatorluğu’na Gökçeada ve Bozcaada dışında Ege Adalarının akıbeti büyük devletlerin kararına bırakılmıştır.
  • Türkiye, Millî Mücadele zaferinden sonra Bozcaada ve Gökçeada’yı Lozan Barış Antlaşması’yla geri almıştır.
  • Ancak On İki Ada İtalya’da kalmıştır.
  • Lozan Barış Antlaşması’na göre Anadolu Yarımadası’na yakın adaların silahsızlandırılması gerekmekteydi.
  • 1947 Paris Antlaşması ile İtalya, On İki Ada’yı Yunanistan’a bırakmıştır.
  • Bu, Yunanistan’ın Ege Adaları aracılığıyla Batı Anadolu kıyılarına ulaşmasına neden olmuştur.
  • Yunanistan, On İki Ada’yı aldıktan sonra, özellikle 1963 Kıbrıs Krizi’nden sonra Lozan ve Paris Antlaşmaları’na aykırı bir şekilde Ege Denizi’ndeki adaları silahlandırmıştır.
  • Yunanistan’ın Ege Denizi’ni bir Yunan denizi haline getirme isteği, Türkiye tarafından ciddi bir tepkiyle karşılanmıştır.
  • Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıbrıs sorununa, Ege Adaları Sorunu da eklenmiştir.

Kıta Sahanlığı Sorunu

  • Kıta Sahanlığı Sorunu, Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinde önemli bir yer tutmaktadır.
  • 1973 yılında, Türkiye’nin Ege Denizi açıklarında petrol arama izni vermesiyle başlamıştır.
  • Yunanistan, bu bölgenin Yunan karasularına ait olduğunu ve Türkiye’nin burada izin vermeye yetkili olmadığını savunmuştur.
  • Türkiye ise coğrafi olarak Anadolu’nun doğal uzantısının bu bölgelere kadar uzandığını ve buranın kendi kıta sahanlığı içinde olduğunu iddia etmiştir.
  • Tarafların yaklaşımları farklı olduğundan, sorun çözülememiştir.
  • Türkiye, müzakerelerin sorunun çözümünde anahtar olduğunu savunurken, Yunanistan sorunu uluslararası platformlara taşımayı tercih etmiştir.
  • 1976’da Türk araştırma gemisi Sismik-I’nin Ege Denizi’nde savaş gemilerinin korumasında faaliyet göstermesi, Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getirmiştir, ancak her iki taraf da çatışmadan kaçınmıştır.
  • Yunanistan’ın sorunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne ve ardından Uluslararası Adalet Divanı’na taşıması sonuçsuz kalmıştır.
  • İki taraf arasındaki müzakereler de sonuçsuz kalmıştır.

Batı Trakya Türk Azınlık Sorunu

  • Batı Trakya, Trakya Bölgesi’nin günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan batı kısmıdır.
  • Bölge, I. Balkan Savaşı sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun Midye-Enez hattının batısından çekilmesiyle Türk egemenliğinden çıkmış ve Bulgaristan’ın hâkimiyetine girmiştir.
  • II. Balkan Savaşı sırasında Türk birlikleri Edirne’yi geri alsa da Meriç Nehri’nin batısına geçemediğinden Batı Trakya düşman işgalinden kurtarılamamıştır.
  • Batı Trakya, Kuşçubaşı Eşref komutasındaki birlikler tarafından işgalcilerden temizlenmiş ve Gümülcine alınarak 31 Ağustos 1913’te “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” kurulmuştur.
  • Ancak, İstanbul Antlaşması sonucunda Batı Trakya resmen Bulgaristan’a bırakılmıştır.
  • I. Dünya Savaşı sırasında Batı Trakya, Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
  • Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayan işgal sonucunda 1919’da Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniye Cemiyeti, “Trakya Cumhuriyeti”ni kurmayı hedeflemiştir.
  • 1920 yılında bölgenin Yunanlılar tarafından işgal edilmesiyle Batı Trakya Türklerinin kendi kaderlerini belirleme planı gerçekleşememiştir.
  • Misak-ı Millî’nin üçüncü maddesinde özellikle Batı Trakya’da halk oylaması yapılması talep edilmiştir.
  • Yunanistan, Türkiye’nin bölgeyi 1913’te kaybettiğini ve bu konuda söz hakkı olmadığını iddia etmiştir.
  • Batı Trakya, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye tarafından Yunanistan’a bırakılmak zorunda kalmıştır.
  • Lozan Barış Antlaşması’nda hem Türkiye hem de Yunanistan azınlıklar için kültürel haklar tanınmıştır.

7. 2. 3. Ermenilerin Faaliyetleri ve ASALA Terör Örgütü

  • 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Berlin Antlaşması, Ermeni sorununu Batılı devletlerin de desteğiyle gündeme getirdi.
  • Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi terör örgütleri, halkı silahlı ayaklanmaya teşvik eden şiddet eylemleri gerçekleştirmiş ve 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarında şiddet olaylarının artmasına neden olmuştur.
  • I. Dünya Savaşı sırasında, Ermeni çetelerinin Rus ordusu saflarında savaşmaları ve cephe gerisinde Türk köylerine saldırmaları nedeniyle Osmanlı Devleti, 1915 yılında Tehcir Kanunu ile Ermenileri Suriye bölgesine zorunlu göçe tabi tutmuştur.
  • Milli Mücadele sırasında, Doğu Anadolu’daki saldırılarını önlemek amacıyla Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu harekete geçti.
  • 1920’de Doğu Cephesi komutanı olarak atanan Kazım Karabekir Paşa, Kars ve Ardahan’ı geri aldı.
  • 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Ermenistan arasında imzalanan Gümrü Antlaşması, Ermenilerin yıkıcı faaliyetlerini sona erdirdi.
  • Gümrü Antlaşması’nın imzalanmasının ardından Türk-Ermeni ilişkileri 1965 yılına kadar sakin bir dönem geçirdi.
  • Ermeni diasporasının kışkırtması ve Batılı devletlerin desteğiyle, Ermeni şiddeti Türklere karşı yeniden yükseldi.
  • Bu dönemde, en çok bilinen ve Ermeni terörü ile ilişkilendirilen “Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” veya ASALA olarak bilinen terör örgütü faaliyete geçti.
  • ASALA terör örgütü, yurt dışındaki Türk temsilciliklerine, Türk diplomatlarına ve büyükelçilik görevlilerine yönelik silahlı saldırılar düzenlemeye başladı.
  • ASALA terörü kısa sürede artan bir hızla yayıldı ve yoğunlaştı.
  • Avrupa, çeşitli Doğu ülkeleri, Suriye ve Lübnan, Ermenilerin üsler kurmasına izin verdi ve lojistik ve siyasi destek sağladı.
  • ASALA terörü 1973 yılında, Mıgırdiç Yanıkyan adlı bir Ermeni tarafından Türkiye’nin Los Angeles Büyükelçisi Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir’i şehit etmesiyle başladı.
  • 1973-1984 yılları arasında Türk diplomatları ve temsilcileri çeşitli yerlerde öldürüldü.
  • ASALA, 15 Temmuz 1983’te Paris’teki Orly Havaalanı’ndaki saldırısıyla Avrupa’daki destek kaybetti.
  • ASALA, Türkiye’de de 7 Ağustos 1982’de Esenboğa Havalimanı’na bir saldırı düzenledi.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle mücadele kararlılığı sayesinde 1994 yılından sonra örgütün etkisi tamamen azaldı.
  • Ermeni diasporası, ABD’li yöneticileri, Türkiye’yi soykırım yapan bir ülke olarak tanımaya ikna etmeye çalıştı.
  • Soğuk Savaş yıllarından bu yana Türkiye ile stratejik bir ortak olan ABD, Türkiye’nin müttefikliğini ve Ermeni lobisinin desteğini kaybetmekten kaçınmaya çalışmıştır.
  • Her yıl 24 Nisan’da, “soykırım” kelimesi yerine “katliam, trajedi” gibi daha yumuşak ifadeler kullanarak Türk ve Ermeni taraflarını dengelemeye çalışmıştır.
  • Avrupa’da, Ermeni diasporasının etkisi ABD’de olduğu kadar güçlü değildir.
  • Ermeni meselesinde Türkiye’ye karşı daha olumsuz bir tutum sergileyen ülkelerden biri Fransa’dır.
  • 1972-1984 yılları arasında ASALA’nın cinayetlerini Fransa’da işlemesine rağmen, Fransa’nın gereken tepkiyi vermemesi Türkiye-Fransa ilişkilerini germiştir.
  • Fransa, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde Türkiye aleyhinde bir tutum benimsemiştir.
  • Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir diğer ülke olan Rusya, Türkiye-Rusya ilişkilerinde Ermenistan lehinde bir pozisyon almaktadır.
  • Rus Duması (Meclisi), 1995 ve 2005 yıllarında Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden kararlar almıştır.
  • Ermeni diasporasının lobi faaliyetleri sonucunda Ermeni meselesi Türkiye’ye karşı siyasi bir koz olarak kullanılır hale gelmiştir.
  • Türkiye, bu sorunun tarihi bir mesele olduğunu ve çözümünün siyasi olmadığını savunmaktadır.

7. 3. 1960 SONRASI TÜRKİYE’DE YAŞANAN SİYASİ, EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMELER

7. 3. 1. Askerî Darbeler

  • Türkiye Cumhuriyeti, milli egemenlik ilkesine dayanmaktadır. Cumhuriyet ilan edildiğinde, 1923’te, demokratik ilkeler doğrultusunda kurulmuştur.
  • Milli egemenliğe dayalı Türkiye Cumhuriyeti, yakın tarihinde pek çok askeri müdahaleye tanıklık etmiştir. Bu müdahaleler, farklı biçimlerde gerçekleşmiş olsa da genel olarak askeri darbeler olarak adlandırılmıştır.
  • Askeri darbeler, Türk demokrasisinin gelişimine zarar vermiştir.
  • 27 Mayıs 1960’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cunta, iktidarı seçimlerle değil kuvvet yoluyla devralmış ve Demokrat Parti hükümetini devirmiştir. Bu dönemde Demokrat Parti kapatılmış, DP yöneticileri Yassıada’da kurulan mahkemede yargılanmış ve Başbakan Adnan Menderes ile bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmiştir.
  • 1960 darbesini 1971 Askeri Muhtırası izlemiştir. 1961 Anayasası’ndan sonra Türkiye’de yeni anayasa tarafından sağlanan ortamda farklı siyasi hareketler gelişmeye başlamıştır.
  • 12 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanı tarafından imzalanan bir muhtıra sonucunda ortaya çıkan darbe, Türk siyasi tarihinde 12 Mart Muhtırası olarak adlandırılmıştır. Bu durum, 27 Mayıs Askeri Darbesi’nden farklı olarak yönetimin devralınmadığı, parlamentonun kapatılmadığı bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Ancak askeri komuta heyeti, hükümeti ve Meclis’i muhtıradaki şartları yerine getirilmezse kapatma tehdidiyle tehdit etmiştir.
  • Muhtıradaki ilk talep, mevcut hükümetin istifasını vermesi olmuştur. Adalet Partisi Hükümeti ve Başbakan Süleyman Demirel bu isteği kabul ederek istifa etmiştir.
  • Bu nedenle “ara rejim” olarak adlandırılan 12 Mart Dönemi başlamıştır. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren siyasi gerilimler sokaklara taşmış, kısa süreli koalisyon hükümetlerinin iktidara gelmesi nedeniyle ülkede siyasi ve ekonomik sorunlar çözülememiştir.
  • Artan politik gerilim ve ekonomik sıkıntılar, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi tarafından 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapma gerekçesi olarak kullanılmıştır. Bu darbe sonucunda hükümet görevden alınmış, Meclis lağvedilmiş, siyasi partiler kapatılmış ve anayasa askıya alınmıştır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde seçilmiş demokratik yönetimlere karşı yapılan üçüncü açık ve antidemokratik müdahaledir.
  • 12 Eylül askeri yönetimi, hükümeti devralmış, Meclis’i feshetmiş, siyasi partileri kapatmış ve hukuk düzenini askıya almıştır. Siyasi parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutulmuş, daha sonra yargılanmış ve siyasetle ilgilenmeleri yasaklanmıştır.
  • Bu dönem, Türkiye’nin siyasetinin ve ekonomisinin yeniden düzenlendiği bir dönem olmuştur ve Türkiye’nin demokratikleşme çabalarına yeni engeller getirmiştir.

7. 3. 2. 1961 ve 1982 Anayasaları

  • Türk tarihinde anayasa deneyimi, 1876 Kanun-ı Esasi ile başlamış ve Cumhuriyet Dönemi’nde milli egemenliğe dayalı bir devletin kurulmasıyla daha da güçlenmiştir.
  • Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte her anayasa, o dönemin siyasi ve toplumsal ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir.
  • 1921 Anayasası, Milli Mücadele Dönemi’nin ihtiyaçlarını yansıtan daha genel bir metindi.
  • 1924 Anayasası ise yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinin yapılandırılmasını hedefliyordu.
  • 27 Mayıs 1960’da iktidardaki Demokrat Parti’nin askeri darbe ile devrilmesi, milli iradenin demokratik olmayan bir şekilde engellenmesi anlamına gelir. Bu, Türk demokrasisi açısından olumsuz bir gelişmeydi. Bu dönemden sonra Türk demokrasi tarihinde yer alan 1961 ve 1982 Anayasaları, benzer olumsuz şartlar altında oluşturulan anayasa metinleriydi.
  • 1961 ve 1982 Anayasalarının benzer yönleri şunlardı:
    1. Her iki anayasa da askeri darbe ile oluşturulmuştur.
    2. Her iki anayasa da yürürlüğe girmeden önce halk oylamasına sunulmuştur.
    3. Her iki anayasa da hem askeri hem de sivil kanatlar tarafından hazırlanmıştır.
  • Ancak bu benzerliklere rağmen, 1961 ve 1982 Anayasaları arasında yapısal farklılıklar bulunmaktadır:
    1. 1961 Anayasası, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasını yargısal denetime tabi kılarak önemli bir gelişme sağlamıştır. Oysa 1982 Anayasası, devlet otoritesinin ağırlığını artırmış ve hak ve özgürlüklerde sınırlamalara gitmiştir.
    2. 1961 Anayasası’na göre devletin temel görevi, sosyal devlet görevini yerine getirmekti. 1982 Anayasası ise güçlü devlet ve otoriter yönetim anlayışlarını öne çıkarmıştır.
    3. 1961 Anayasası’na göre yürütmede cumhurbaşkanı ve başbakanın yetkileri sınırlıydı. 1982 Anayasası, bu yetkileri artırmıştır.
    4. 1961 Anayasası’nda yasama yetkisi, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu arasında bölünmüştü. 1982 Anayasası’nda ise Cumhuriyet Senatosu kaldırılmıştır.
    5. 1961 Anayasası, çok sayıda siyasi partiye ve özerk kuruluşlara güvence sağlamıştır. 1982 Anayasası ise bu konuda daha az katılımcı bir demokrasi anlayışını benimsemiştir ve özerk kuruluşların oluşumlarına sınırlamalar getirmiştir.
    6. 1961 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliğini “insan haklarına dayalı” olarak tanımlarken, 1982 Anayasası “insan haklarına saygılı” olarak tanımlamıştır.
    7. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre daha ayrıntılı hükümler içerir ve bu hükümleri daha fazla ayrıntıya indirgeme eğilimindedir.

7. 3. 3. Göçler ve Sosyal Hayat

  • Türkiye’de 1960’ların ardından, toplumsal değişimin önde gelen nedeni iç göçlerdi. Köylerden şehirlere doğru yaşanan bu göçler, hem kent hem de kırsal yaşamı kökten etkiledi.

İç göçlerin nedenleri şunlar gibiydi:

  1. Hızlı nüfus artışı
  2. Köylerde toprakların artan nüfusu beslemeye yetmemesi
  3. Modern tarım yöntemlerinin gelişmesiyle köylerde iş gücü talebinin azalması
  4. Köylerde yaşayan insanların kentlerdeki gelişmiş eğitim, sağlık ve kamu hizmetlerinden faydalanma isteği
  5. Ulaşım ağının gelişmesi ile köylülerin şehirlere hareketini kolaylaştırması
  • İç göçlerin sonuçları şunlardı:
  • Göç veren köylerde tarım arazileri boşaldı, tarımsal üretim azaldı ve hayvancılık geriledi.
  • Göç alan şehirlerde aşırı nüfus artışı, çevre kirliliği, gecekondulaşma, plansız kentleşme, yetersiz eğitim, sağlık ve altyapı hizmetleri sorunları ile suç oranlarının yükselmesi gibi sorunlar ortaya çıktı.
  • Köy ve şehir nüfusu arasındaki dengesizlik, siyasi ve kültürel etkileşimlere yansıdı.
  • 1960’ların sonunda Türkiye’de aşırı siyasi eğilimler belirdi, 68 kuşağı olarak bilinen gençlik hareketleri bunun somut bir örneğiydi.
  • Kentlerde nüfus artışıyla birlikte işçi sayısı da arttı ve sendikal faaliyetler yoğunlaştı.
  • Bu dönemdeki siyasi gelişmeler, kültür ve sanat etkinliklerine de yansıdı.
  • Özellikle 1960’ların sonlarından itibaren edebiyatta toplumcu yaklaşım daha belirgin hale geldi.
  • 1970’lerden itibaren, toplumsal politikleşmenin ivme kazanması, plansız kentleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar ve işsizlik, edebiyatın temel konularını oluşturdu.
  • Türk sineması da toplumsal sorunlara odaklanarak gelişti. İlk kez 1964’te Antalya Film Festivali düzenlenmeye başlandı.
  • 1970’lerden itibaren sinema teknolojisi gelişti, ancak televizyonun Türk toplum hayatına girmesiyle sinema ikinci planda kaldı.
  • Şehirde yaşayan ancak aradıklarını bulamayan bireyler, “arabesk” olarak adlandırılan yeni bir müzik türünü yarattı.
  • 1960’ların sonlarında, Batı’da ortaya çıkan Rock ‘n Roll müziği ile yerel folklorün birleşiminden Anadolu Rock adı altında yeni bir müzik tarzı doğdu.
  • Türkiye’de köyden kente göçün, sanayileşmiş ülkelerin işgücü ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yurtdışına göçü de gündeme getirdi.
  • Özellikle Almanya, Libya, Suudi Arabistan gibi Orta Doğu ülkeleri olmak üzere çeşitli Avrupa ve Orta Doğu ülkeleri göç aldı.
  • Almanya, 1958’de başlayan, 1960’larda hızlanan ve Türkiye’den işçi talep eden ilk ülke oldu.
  • Dış göç, 1974’e kadar artarak devam etti.
  • 1961-1986 yılları arasında, 1.3 milyon Türkiye vatandaşı çeşitli Avrupa ülkelerine işçi olarak göç etti.
  • Yurtdışında doğan Türk çocukları, milli kültür değerlerini öğrenme ve koruma konusunda sorunlar yaşadı.
  • Milli değerlerden uzaklaşma ve kültürel erozyon, sosyal açıdan önemli kayıplara yol açtı.
  • Yurtdışındaki Türk işçilerinin Türkiye ekonomisine katkıları olumlu oldu.
  • Beyin göçü olarak adlandırılan Türkiye’den yetenekli insanların yurtdışına göçü, ülke için büyük bir kayıp oldu.

7. 3. 4. Ekonomide Yaşanan Gelişmeler

  • Türkiye, 1950-1960 yılları arasında ekonomi politikasını devletçilikten liberal ekonomi politikalarına doğru değiştirmiştir.
  • II. Dünya Savaşı sonrasında çok partili demokrasiye geçişin ardından demokrasi kavramı yaygınlaşmış ve ekonomik büyük değişimlere yol açmıştır.
  • Demokrat Parti (DP) döneminde, hızlı ekonomik büyümeyi hedefleyen liberal politikalar benimsenmiştir. Devletin ekonomideki rolü küçültülmüş, kamu yatırımları ve özel girişimler teşvik edilmiştir.
  • 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti döneminde, dışa kapalı ve korumacı ekonomi politikaları terk edilmiş, serbest dış ticaret rejimi benimsenmiş ve dış pazarlara yönelik bir kalkınma stratejisi izlenmiştir.
  • 1954’ten itibaren DP, tarım ve dış ticaret sektörlerinde yaşanan sorunlardan dolayı tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikalarını terk etmiş ve özelleştirmeye dayalı sanayileşmeye öncelik vermiştir.
  • Enflasyon oranını düşürme, döviz bağımlılığını azaltma ve dış ticaret açığını kapatma hedeflenmiştir.
  • Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) adı verilen devlete ait işletmeler kurulmuştur.
  • 1950-1960 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızı %6,3 olmuş ve kişi başına milli gelir 166 dolardan 359 dolara yükselmiştir.
  • 1960 sonrasında, anayasada yer alan sosyal devlet anlayışına uygun olarak planlı ekonomiye dönülmüştür.
  • 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar, enflasyonun azaltılması, serbest piyasa ekonomisinin teşvik edilmesi ve döviz gelirlerinin artırılmasını hedeflemiştir.
  • Bu kararlar doğrultusunda Türkiye ekonomisinde köklü bir liberalleşme süreci başlamıştır.
  • 1980’de %2,8 küçülen Türkiye ekonomisi, 1990’lı yıllara gelindiğinde %5,6 büyümüştür.
  • Uluslararası Para Fonu (IMF), Türkiye ekonomisinde önemli bir rol oynamış ve Türkiye bu kuruluşlardan kredi almıştır.
  • Türkiye, 1950’lerden itibaren IMF ve Dünya Bankası’na üye olmuş ve kredi almıştır.
  • Türkiye, 2008 küresel ekonomik krizine kadar bu kuruluşlardan önemli miktarda kredi almıştır.
  • Ancak son dönemde, ekonomide istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi politikaları sayesinde IMF’ye olan bağımlılıktan kurtulmuştur.
  • 2013 yılında Türkiye, IMF’den borç alma dönemini tamamlamış ve IMF’ye olan borçları tamamen ödenmiştir.
  • Türkiye, son on yılda IMF’den 23,5 milyar doların üzerinde borç ödeyerek kendi kendine yeten bir ülke haline gelmiştir.
  • KDV uygulaması, Türkiye ekonomisinde önemli bir dönüm noktası olmuş, dolaylı vergiler kaldırılmış ve 1985 yılında KDV yürürlüğe konmuştur.

7. 3. 5. İletişim ve Ulaşımda Yaşanan Gelişmeler

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, ülkeyi kalkındırma amacıyla yabancıların elindeki demiryolu işletmeleri millileştirilmiştir.
  • TCDD’nin kurulmasıyla, devlet, demiryolu inşasına önem vermiştir, bu da ülkenin ulaşım altyapısını güçlendirmiştir.
  • Türkiye’de deniz yolu ile yük ve yolcu taşımacılığı, 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu’nun kabul edilmesiyle gelişmeye başlamıştır.
  • 1950 yılından sonra kara yolları, demiryollarına göre daha fazla önem kazanmıştır.
  • Türkiye’de otomotiv sanayisinin montaj yoluyla kurulması, kara yolu taşımacılığının hızla gelişmesine katkıda bulunmuştur.
  • Gelişmişlik göstergelerinden biri olarak kabul edilen otoyollar, Türkiye’de ilk kez 1973 yılında hizmete açılmıştır.
  • 1950 sonrası dönemde Türkiye’de kara yollarının gelişmesi, yerli otomobil üretme gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
  • Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 16 Haziran 1961’de tamamen yerli bir otomobil üretilmesini emretmiştir.
  • Görev, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) tarafından üstlenilmiş ve 23 mühendis “Devrim Arabası” projesine başlamıştır.
  • Türk mühendisler, TCDD’nin Eskişehir’deki fabrikasında, tamamen yerli üretim olan üç araç üretmiştir.
  • Devrim Arabası, Cumhuriyet’in kuruluş yıl dönümü olan 29 Ekim 1961’de sürüş testiyle tanıtılmıştır.
  • Ancak dönemin şartlarında bu projeye yeterince destek verilmediği için yerli otomobil üretimi başarıyla tamamlanamamıştır.
  • 1980 sonrası dönemde otoyol yapımına hız verilmiş ve kara yollarına önem verilmiştir. 2000’li yıllarda, hava, deniz ve demiryolu ulaşımındaki gelişmelerle birlikte yolcu taşımacılığında kara yolunun payı %89,3’e düşmüştür.
  • Osmanlı döneminde 1847’de ilk telgraf hattı kurulmuş ve 1881’de telefon hatları döşenmeye başlanmıştır.
  • Cumhuriyet döneminde telgraf ve telefon hizmetleri yaygınlaşmıştır.
  • 1927’de İstanbul Radyosu kurulmuş ve 1960 sonrasında iletişim teknolojisi Türkiye’de gelişmeye devam etmiştir.
  • 1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) kurulmuş ve 1968’de televizyon yayınlarına başlanmıştır.
  • 1973’te teleks, 1979’da uydu teknolojisi Türkiye’de kullanılmaya başlanmıştır.
  • 1983’ten sonra otomatik santrallerin kullanılması telefon kullanımını yaygınlaştırmıştır.
  • 1986 yılında çağrı cihazları, 1994 yılında Mobil İletişim İçin Küresel Sistem (GSM: Global System for Mobile Communications) teknolojisi Türkiye’de tanıtılmıştır.
  • Türkiye’de ilk kez 12 Nisan 1993’te kullanılmaya başlanan internet, GSM ve modern teknoloji araçları ile birlikte hızla yaygınlaşmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Bize destek olmak için lütfen reklam engelleyicini kapat :(